2. Dünya Savaşı’ndan sonra savaşa giren, girmeyen her ülke kendini yeni Dünya düzenine ayak uydurmaya, bu yeni düzende kendini bir üst klasmanda yer arama mücadelesine veya ye...

2. Dünya Savaşı’ndan sonra savaşa giren, girmeyen her ülke kendini yeni Dünya düzenine ayak uydurmaya, bu yeni düzende kendini bir üst klasmanda yer arama mücadelesine veya yer kapma savaşına girdi.

Önce motorlu, sonra yarı otomatik, sonra tam otomatik elektronik ve dijital gelişmelerin yanında işin içine internet olayı da girince tarihte: Mağara devri, taş devri, yontma taş devri, cilalı taş devri, tekerlek icadı vs onbin, yüzbin senelerde tekamül eden bu yenilikler olurken, yukarıda saydığım yenilikler son yetmiş senenin içine sığıverdi. Bu kadar kısa zamanda meydana gelen teknolojik gelişmeler bizleri hem şımarttı, hem de aptallaştırdı.

Sözün kısası bu yenilikler, beşikten eşiktekine, eşiktekinden yaşlısına abluka altına almış durumda.

Elbette teknolojiye, ilime, bilime, insanlığa faydalı olacak yeniliklere karşı gelecek değil, bilakis destekleyici olacağımız tartışılmaz bile.

Benim ifade etmek istediğim bu yeniliklerin bizi istila etmesi değil, bizim onları doğru kullanmamızdır.

Son birkaç yıldır tamamen Dünyadaki tüm insanları olduğu gibi ülkemizde de daha fazla hayatımıza giren telefonlar?

Bu telefonlar uzaktakileri bize yaklaştırırken maalesef “YAKINDAKİLERİMİZİ” (eşleri, çocuklarımızı, anne, baba, dede, anneanne, akraba ve dostlarımızı) maalesef yakınındakilerimizi de tüm güzellikleri de kendimizden uzaklaştırıyor.

Başkalarının hayatlarını gözlerken, yakınlarımızın en önemlisi de kendi hayatımızı ISKALIYORUZ.

Dipsiz bir kuyu olan telefondaki bir çok uygulama bizi olmadık yaşamlara, hayallere sürüklüyor… Burada beynimizin algıladığı bir çok ultraviyole ışınlarının ne kadar zararlı olduğunu anlatmaya gerek yok.

Sadece kullanıcının kendi vücuduna vereceği zarardan başka bilhassa gençlerin ve ileriye yatırımı ve iş beklentisi olan yönetici gruplarının da bu telefon, bilgisayar gibi aletleri doğru kullanmasında fayda var.

Çünkü, geçenlerde bir dostum, kalbur üstü büyük firmaların artık işe alacakları kişilerde sadece CV’sine bakmayıp, Amerika’da geliştirilen uygulamalarla, o kişinin telefonla, bilgisayarla hangi harfe bastığını, nerelerle yazıştığını, hangi sitelere girdiğini araştırıp bulup masanın üzerine bırakıverdiklerini Türkiye’de bir çok insanın ahlaki yönden zayıflığını görünce işe almadıklarını, hatta işe alınacak karakter ve vasıfta adam bulamadıklarını anlatınca durumun vehameti de gözlerimin önüne seriliverdi.

Benden söylemesi…