Eskiden, öfkemizi sabır ve nezaketle dengeleyerek yatıştırırdık. Şimdi ise en küçük kıvılcımda parlamaya hazır bir bomba gibiyiz. Doktorlara saldıran, öğretmenlere hakaret eden, trafikte en ufak bir uyarıya bile hışımla karşılık veren bir topluluk hâline geldik. Küçücük bir olumsuzluk bile içimizdeki saldırganlığı açığa çıkarıyor. Giderek daha öfkeli bir topluma dönüşüyoruz.
Büyüklerimiz, “Keskin sirke küpüne zarar” ya da “Öfkeyle kalkan zararla oturur” demiş. Boşuna değil elbette. Öfkemiz kontrolden çıktığında en büyük zararı kendimize veriyoruz. Ama asıl tehlike şu: Nezaketi ve saygıyı unutuyoruz. Eskiden sohbetler tatlı tatlı başlar, ağır ağır ilerlerdi. Şimdi ise küçük bir tartışma bile hızla kavgaya dönüşüyor. Hâl böyle olunca da birbirimizden uzaklaşıyoruz.
Oysa bir zamanlar zor günlerde el ele verir, birbirimize kol kanat gererdik. Şimdilerde ise duyarsız bir toplum olma yolunda ilerliyoruz. Kadın cinayetleri, aile içi şiddet, adaletsizlik gözümüzün önünde yaşanıyor ama çoğu zaman sadece izliyoruz.
Empati, hoşgörü, dayanışma… Bunları yavaş yavaş kaybediyoruz.
Bir de şu umursamazlık meselesi var. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışı, hayatımızın her alanına sinmiş durumda. Herkes kendi kabuğuna çekilmiş. Yanı başında bir yangın çıksa, dumanı görse bile dönüp bakmayan insan tipleri var.
Bolu Kartalkaya’daki otel yangınında yetmişsekiz kişi hayatını kaybetti. En acısı neydi, biliyor musunuz? Aynı bölgedeki diğer otellerde hayatın normal akışında sürmesi; kayak pistlerinde hiçbir şey olmamış gibi eğlencenin devam etmesi çok düşündürücüydü.
Bir yanda insanlar canlarını kurtarmaya çalışırken, diğer yanda kimse aldırış etmeden karda kayıyor, eğleniyordu.
Kurtarma ekipleri kışın zorlu şartlarıyla boğuşurken, birilerinin bu kadar duyarsız olabilmesi içimizi acıtıyor. Üstelik yangın merdivenleri yetersiz, alarm sistemi devreye girmemiş… İhmalkârlık göz göre göre felakete dönüşmüş.
Bu haberi izlerken çocukluğumdan bir anı hatırladım. Mahallemizde bir komşunun evi yanmıştı. Kimimiz su taşıdı, kimimiz yangını söndürmeye çalıştı; bazıları ise eşyaları kurtarmaya koyuldu. O günlerde bir komşu sıkıntıya düşse, kimse onu yalnız bırakmazdı. Şimdi ise bu dayanışma ruhunun ne kadar zayıfladığını görmek insanı derinden üzüyor.
Dünya değişiyor, biz de değişiyoruz ama bazı değerlerimizi kaybediyoruz. Birbirimizi dinlemeyi, anlamayı, paylaşmayı unuttuk. Eskiden akşam ezanı okununca herkes sofraya otururdu. Şimdi ise aynı sofrada otursak bile gözler telefonlarda, kulaklar başka yerlerde. Sohbet yok, muhabbet yok!
Aile bağlarını güçlendirmeden, kültürümüze sahip çıkmadan bu gidişatı değiştiremeyiz. Belki küçük bir adımla başlayabiliriz: Teknolojiyi bir kenara bırakıp haftada bir gün olsun ailece sohbet etmek, birlikte yemek yemek, eski dostları aramak… Bunlar bile bizi birbirimize yaklaştırır.
Aile, toplumun temelidir. Komşuluk, dayanışma, mahalle kültürü gibi kavramlar eskiden çok gelişmişti. Peygamber Efendimiz, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” buyurmuş. Bu anlayışla büyüyen bir toplum, bugünkü duyarsızlığa nasıl sürüklendi?
Hayat parolamız sevgi, saygı ve hoşgörü, hedefimiz yardımlaşma ve dayanışma olduğunda bir çok sorun kendiliğinden çözülmeye başlayacaktır.
HABERİN VAR MI?
Dilimiz tutuldu, sustuk aniden
Güller ümidini kesmiş bülbülden
Baharların yazdan, kışların güzden
Hiç farkı kalmadı, haberin var mı?
Her kim ki yürüyor, kalıyor zorda
Ayaklar tutmuyor, başımız darda
Çarşı pazar durgun, esnaf zararda
Paramız pul oldu, haberin var mı?
Kimsenin kimseye geçmiyor sözü
Dışarıya bakar gençlerin gözü
Çiftçi, köylü küskün, gülmüyor yüzü
Toprağı kurudu, haberin var mı?
Varsılı yoksulu aynı yarışta
Hem sefil hem bitkin şimdi ayrışta
Davulun tokmağı en son vuruşta
Deriyi patlattı, haberin var mı?
Memleket tiyatro, bedava gişe
Masada boş bardak, dolu bir şişe
Ahali pek memnun, zevkten dört köşe
İçtikçe dağıttı, haberin var mı?
Zenginin serveti, züğürte sohbet
Büsbütün şaşırdı, dağıttı millet
Emekli zannımca sayılmış külfet
Memleket yangında, haberin var mı?
(Pınarcık Çeşmesi 2024 S.75)