Atasözleri ve deyimler, toplumun kültürel gen haritasını oluşturan sözlü ürünlerdir. Ortak kabullenmeleri, toplumsal yaklaşımları, usulleri, davranış kalıplarını, öfkeleri, sevinçleri, diğer sosyal ve kültürel unsurları, toplumun hayata bakış açısını, tecrübe edilmiş yaşanmışlıkları ifade eden bu özlü sözler, tarihin damıtımından süzülerek gelen değer yargılarıdır.
Kalıplaşmış değer yargıları her zaman mutlak doğruyu göstermez. Dolayısıyla düşüncenin sadece atasözlerine dayandırılması ufuk darlığını ve fikrî sığlığı beraberinde getirir. Kalıplara hapsedilmiş düşünce sloganiktir. Bu da özgür ve eleştirel düşünceye ket vurur. Günümüzde atasözleri ve deyimlerin yanlış telaffuzundan kaynaklanan hatalı biçimler kullanılmaktadır. Öncelikle bunlardan birkaç örnek sunalım:
* Göz var nizam var değil, “göz var izan var” demek gerekir. İzan; anlayış, anlama yeteneği demektir. Nizam ise düzen, kural anlamındadır.
* Eşek hoşaftan ne anlar değil, “eşek hoş laftan ne anlar” doğru biçimidir.
* Aptala malum olurmuş değil, “abdala malum olurmuş” denir. Aptal, alık; abdal ise derviş anlamındadır.
* Kısa kes Aydın havası olsun değil, “kısa kes Aydın abası olsun” demek doğrudur. Aba bir giysidir ve Aydın efesinin abası kısa ve dizleri açıktır.
* Su uyur düşman uyumaz atasözünün orijinal biçimi “sü uyur düşman uyumaz”dır. Sü “asker” demek, dilimizdeki subay, subaşı kelimeleri buradan türetilmiştir.
* Saatler olsun değil, “sıhhatler olsun” demek doğrudur. Sıhhat, sağlık anlamındadır.
* Elinin körü deyiminin doğru biçimi “ölünün kûru”dur. Kûr; mezar, gömüt demektir. Sonradan bu söz bir azarlama ünlemine dönüşmüştür.
* Sıfırı tüketmek değil, “zafiri tüketmek”tir. Zafir, soluk anlamındadır.
* Eni konu değil, “önü sonu” biçimi doğrudur.
* Güzele bakmak sevaptır değil, “güzel bakmak sevaptır."
* Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz değil, “Ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz” biçimini kullanmalıyız. Ane, Bağdat yakınlarında bir uçurumun adıdır. Yar, uçurum anlamındadır.
* Ele verir talkımı, kendi yutar salkımı atasözünde geçen "talkım" kelimesi telkinden bozulmuştur, öğüt demektir.
Bu kullanımların dışında atasözleri ve deyimler sosyolojik, dinî, ahlâkî bakış açılarını da yansıtır. Bu yaklaşım biçimleri bazen toplumsal çözülmeyi, müsamaha ve iltiması da gözler önüne serer. Buyurun, toplumu bir de bu açıdan seyredelim.
* Bal tutan parmağını yalar, dedik; hırsızlığı özendirdik.
* Devletin malı deniz, yemeyen domuz, dedik; beytülmâle el uzatmayı, devleti soymayı, hırsızlık ve talanı mübah gösterdik.
* Yemeyenin malını yiyen bulunur, dedik; dolandırıcılığı ve hazırcılığı normalleştirdik.
* Kol kırılır, yen içinde kalır, dedik; suçu gizledik, suçluyu koruduk, tacizi temize çıkardık.
* Söz gümüş ise sükut altındır, dedik; meydanı yalancılara, sessiz kalabalıklara bıraktık.
* Komşuda pişer bize de düşer, dedik; hazırcılığa alıştık/alıştırdık.
* Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez, dedik; menfaatçiliği kutsadık.
* Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar atasözüyle yalancılığı ve biat etmeyi kalabalıklara kabullendirdik.
* Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diye haykırdık; bencilliği, umursamazlığı, nemelazımcılığı yaygınlaştırdık.
* Üzümünü ye bağını sorma, dedik; nimetlerden sorgulamadan yararlanmayı, haram yemeyi öğrettik.
* Köprüden geçene kadar ayıya dayı de, dedik; faydacı ve çıkarcı bir akıl yürütmeyi, kurnazlığı, takiyeyi ön plana çıkardık.
Sonra da "Bu toplum neden bozuluyor?" diye oturup ağıtlar yaktık!
Oysa unuttuğumuz bir şey var. Kültürümüz, gelenek-göreneklerimiz, inancımız ve ahlâkımız toplumun yazılı olmayan hukuk kurallarından oluşmaktadır. Biz kendi değer yargılarımızı kendi elimizle bozduk, sonra da oturup kendi halimize ağladık!
"Peki, ne olacak bu işin sonu mu diyorsunuz?" Her ne kadar atasözleri bu soruya kendi düşen ağlamaz diye cevaplasa da umutsuz olmaya gerek yok! "Her karanlık gecenin vardır elbet nurlu bir sabahı..." Kalın sağlıcakla.