Birçok kişi, toplumsal değişimin somut yansımalarından sarsılmaya başladı. Olup bitenleri kabullenemeyenler, feryat-figan itirazlarını sürdürüyorlar.
İsterseniz, bu süreci ana hatlarıyla birlikte gözden geçirelim.
12 Eylül askerî darbesi hem demokrasiyi hem de bu ülkenin düşünen direnç kalelerini yok etti. Tipik bir Amerikan projesi olan bu darbe, oluşturduğu korku iklimiyle insanları düşünme, araştırma, inceleme ve akıl yürütme melekelerinden uzaklaştırdı.
Doğan Cüceloğlu, "Korku kültüründe insanın değeri gücü kadardır." diyor. 12 Eylül'de darbe dipçiğiyle hizaya getirilen herkes, bu ülkede insan yerine bile koyulmadı. İşkenceler, tabutluklar, idamlar, postal sesleri ve dipçik darbeleri hâlâ toplumun içini acıtır.
Türk insanı, paranın gücünü bu dönemde uygulanan serbest piyasa ekonomisiyle keşfetti. Birçok kişi de
zengin olma hayali uğruna memleket sevdasını ve idealizmini kaybetti.
Mamak ve Metris'te cendereden geçirilen 12 Eylül mağdurları, çocuklarına "Siyasetten uzak durun!" dediler. Toplum bu korkuyla siyasetten uzak durdu. Böylece kırk beş yıllık süreçte, apolitik bir ortamda, sistematik bir toplum mühendisliğiyle magazine, spora, moda ve eğlenceye endekslenmiş bir gençlik yetiştirildi. Düşünmeyen, sorgulamayan, okumayan, araştırmayan, toplumsal meselelerle ilgilenmeyen, üretmeden tüketmeye alıştırılmış bir gençlik!.. Zevk u sefasına düşkün, dijital platformlara bağımlı, egosunu kutsayan bir gençlik!..
Darbecilerin totaliter, militarist propagandası, hedef kitlesine sadece gençleri almadı; anne babalar da bu modellemenin kıskacında işlemden geçirildi.
Sıcak parayla önce piyasalar rahatlatıldı, sonra merdiven altı üretimi "ucuz ve kalitesiz ürünler" raflarda yerini almaya başlayınca, toplum bu sun'i bolluğa bakıp ekonomik refaha kavuştuğunu zannetti. Düşük faizli banka kredileriyle ev, araba, yazlık satın almaya yönlendirilen insanlar, tv dizilerinde seyrettikleri kurmaca, lüks hayatlara özendirildi. "Borçlansak da rahat yaşıyoruz." diyen bu ülke insanı, tüketim toplumuna doğru sürüklendiğini fark etmedi.
Makam mevki düşkünlüğü, bu devirde de birtakım haksızlıkları ve adam kayırmaları beraberinde getirdi. Ortalık, bürokratik dalkavuk hezeyanlarından geçilmez oldu.
Türkiye'deki muhafazakâr iktidarlar, "her mahallede bir milyoner" peydahlama derdine düştüler. Halk, liberal ekonomik politikalarla gittikçe fakirleşirken teşvik, ucuz kredi ve ihalelerle himaye edilen imtiyazlı sınıf daha çok zenginleşmeye başladı.
Son 45 yılda sadece siyaset, ticaret, ekonomi, sanayi, endüstri, eğitim ve kültür alanlarında değil; teknoloji, iletişim, dijital ve diğer alanlarda da büyük değişimler yaşandı. Demir Perde yıkıldı, Sovyetler dağıldı, komünizm çöktü. Siyasî literatürdeki "sağ" ve "sol" kavramlarında köklü değişiklikler meydana geldi. Sovyetlerin dağılmasından sonra dünya jandarmalığı siyonist kapitalistlerin kontrolüne geçti. Bu dönemde Türkiye'deki eğitim kurumları çağa ayak uyduramakları için "iflas etti" veya "ettirildi." Velhasıl dünyadaki bütün dengeler değişirken insanlık başka bir zamana evrildi.
Bugün birçok kişi tepki göstermesi gereken en hayatî konularda bile sağır ve ve dilsiz hatta ilgisiz ve sessiz davranıyorsa bunun sebebini toplumsal çürüme, egoizm, korku iklimi ve dünyadaki köklü değişimlerde aramak gerekir. Kendi çağının sessiz şahitliğini yapmayı tercih eden "kalabalık yalnızlar", 'görmedim, duymadım, bilmiyorum' demekle yetiniyorlar.
Filistin'de, Suriye'de, Doğu Türkistan'da ve dünyanın diğer mazlum coğrafyalarında zulme uğrayan, katledilen milyonlarca kişinin acısını taa yüreğinde hissetmeyen bu taş kesilmişlik, bu tepkisizlik, bu vurdumduymazlık ve nemelazımcılık hayra âlamet yaklaşımlar değil!
İsmet Özel, yıllar önce sanki bugünleri anlatmış:
Biz şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler
Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle
Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf* Kimbilir kimden umarız neyh-i ani'l-münker *
** İyiliği emretmek ve insanları kötülükten menetmek.