Tarihi, televizyon dizilerinden öğrenen bir topluma sanatsal edebî metinlerin kurmaca olduğunu nasıl anlatırsınız?
Adam, "Şeyh Edebali ne demiş biliyor musunuz?" diye söze başlıyor.
- Ne demiş? diyorum.
"Ey oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana... Suçlamak bize; katlanmak sana... Acizlik ve yanılgı bize; hoş görmek sana..."
- Bunları Şeyh Edebali mi söylemiş? diyorum. - Evet! diyor.
Türkiye'de birçok kişi, Şeyh Edebali'nin bu sözleri Osman Bey'e söyleğine inanıyor ve bunun tarihî bir belge olduğunu sanıyor. Halbuki "ey oğul!" diye başlayan bu metin, Tarık Buğra'nın "Osmancık" romanında Şeyh Edebali'ye söylettiği kurmaca bir diyalog cümlesidir; tarihî bir belge değildir. Bu sözlerin güzelliğine benim bir itirazım yok, hatta bu cümlelerin usta bir romancının kaleminden çıkmış belagati yüksek ifadeler olduğunu söyleyebilirim.
Aziz Nesin'in "Zübük" romanı da kurmacadır. Romanı ikinci adıyla pek bilen yok. Bir Anadolu kasabasında çevresindekilerin saflığından yararlanarak belediye başkanlığına, ardından milletvekilliğine yükselen açıkgöz Zübükzade İbrahim Bey’in serüvenlerinin anlatıldığı roman, gülmece türünün başarılı örneklerindendir.
Televizyon dizisi "Muhteşem Yüzyıl"daki "Kanuni" ile "Mehmed Fetihler Sultanı"ndaki "Fatih" tiplemesi ne kadar gerçeği yansıtmaktadır?
Hikâye, roman, tiyatro gibi sanatsal metinler çoğu zaman gerçeklere dayanmayan; yazarın hayal gücünün eseri olan kişi, yer, zaman ve olaylar içeren kurgusal metinlerdir. Yazar, dış dünyaya zihninde bir şekil verir ve bunu eserine aktarır. Bu tür eserler tasvire dayalı oldukları için olaylar ve kahramanlar fiktiftir; yani itibarî, gerçek olmayan, var sayılandır.
Hiçbir yazar, metnin tür ve teknik özelliklerini hikâyesinde edebiyat bilgisi olarak yer vermez. Aynı şekilde şair, şiirdeki edebî sanatları açıklamak durumunda değildir. Bu tür ayrıntılar, edebiyat eleştirmenleri ve metni tahlil edenlerce ortaya çıkarılır.
☆☆☆
Yazınızda "Beni mi kastettiniz?" diyen birçok insanla karşılaştım.
- Hayır! dedim.
- Bu yazınızda şu olayları mı anlatıyorsunuz?
- Hayır! dediğimde şaşırıp kaldılar. Hatta öfkelenip "Ama bu anlatılanlar!.." diye itiraz edenler bile çıktı.
Okuyucu hayal ile gerçeği birbirine karıştırıyorsa yazarın bu durumda yapabileceği bir şey yoktur. Yazar, metnin kurmaca olduğunu söylüyorsa bunun aksini iddia etmek, zoraki muhatap tayin etmekten başka bir şey değildir. Bu da beyhude bir iştir.
Yazar, kurmaca bir metin üzerinden bir elbise diker. Bu elbise kalıp olarak birçok bedene uyabilir. "Elbise bedenime uydu." diye kumaşa, makasa, iğne ve ipliğe kusur yüklemeye kalkmak, en hafif ifadesiyle cahillik ve yüzsüzlüktür! Kim elbiseye bakıp terziyi suçlayabilir ki?.. Öyle şey mi olur?!
Bu ülkede maalesef düşünen, araştıran, kafa yoran, aklını kullanan, sanata ve kültüre hizmet eden insanlar pek sevilmez. Nietzsche ne güzel söylemiş: "Bir ülkede akıl ve sanattan çok servete değer verilirse bilinmelidir ki, orada keseler şişmiş, kafalar boşalmıştır." Doğrudur, bu ülke cehaletten çektiğini hiçbir şeyden çekmedi.
Neylersiniz ki memleketin hali bu. Allah herkese akıl sağlığı, düşünme gücü, basiretli olma yeteneği ve okuma bilinci nasip etsin. Bir de bu ülkeyi şımarık cehaletin seviyesizliğinden, arsızlığından ve küstahlığından korusun. Hayır diyelim, sonu hayrolsun. Gününüz aydın, hanenize bereket dolsun. Kalın sağlıcakla.