Son yıllarda sevgi, saygı, muhabbet ve hoşgörümüzü kaybedince toplumsal ilişkilerimizde istenmeyen davranışlar ve onaylamadığımız gerginliklerle karşılaşmaya başladık.
Çağın hızlı gelişim ve dönüşümüne ayak uyduramayan geleneksel yapımız; samimiyetsiz, duyarsız bir bencilliğin fütursuzluğuyla sarsılmaya başladı.
"Bana ne kardeşim!" tavırsızlığına doğru evrilip gidiyoruz. Toplum, kontrol edemediği bu bireyselliği ve ego ile bütünleşen içe dönüklüğü kabullenmeye başladı.
Sokağa çıktığınızda başörtülü kadınların yanında göbeğini açan kızlar görüyor musunuz? Bazı erkeklerin abuk sabuk giyinmeleri bu işin cabası. "Baba, kalk suyunu kendin al!" diyen erkek çocuklarıyla hiç karşılaşmadınız mı? "Bana haram ve helalden bahsedip durmayın! Bırakın bunları! Ben kazanacağım paraya bakarım." diyen gencin kural tanımazlığı ve başka mecralara sürüklenmesi, toplum olarak hepimizi ilgilendiriyor.
Bugün Gazze'de insanlık suçu işleniyor, Miyanmar'da insanlar yurtlarından sürülüyor, Doğu Türkistan'da asimilasyona uğrayan Uygur erkekleri mahkumiyete, kızları ise Çinlilere cariyeliğe gönderiliyor! Bu zulümlere Batı başkentleri ve üniversilerinde tepki gösterilirken bizde ve Müslüman ülkelerde hiç ses çıkarılmaması tam bir aymazlık, samimiyetsizlik ve utanmazlıktır!
Feryada kulağını tıkayan insan mı fark edecek mazlumun, ezilmişin, horlanmışın içini yakan acıyı? Egosunu tavaf eden şehir kaçkınları, kürsülerde haktan, hukuktan, gelir adaletsizliğinden bahsetseler ne olur (!) nimeti hak edenlerle hakça bölüşemedikten sonra...
Soyut kavramlar üzerine ahkâm kesip duruyorlar; "nedenin nedeninde, nedenlik, neden, nasıl?" diye... Keyifleri yerinde, tuzları kuru olunca fildişi kuleden serpiştirdikleri aforizmalarla âleme nizam vermek pek de hoşlarına gidiyor!
Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde
(Onlar ki dünyaya lâf ile nizam verirler. Onların evlerine gidip bakın, hanelerinde bin türlü ihmal ve düzensizlik görürsünüz.)
"Acıma duygusu zaafiyettir." diyen adamın iç dünyasında yaşadığı çatışmaları tahlil etmek gerekir. Kapitalist dünyanın duygularını törpülediği yeni yetme bir patron için "muhtaçlık" kavramı bir değer ifade etmez! Sosyal yardımlaşmayı kolaycılık ve beleşçilik olarak algılayan anlayış, ister sosyalizmi savunsun ister nasyonal sosyalizmi, hümanizmden uzaktır. İnanç sosuna batırılmış diktatörlüğü savunan bir düşünce adamı, kürsülerde demokrasi nutukları çekse dahi bu saatten sonra ona kim inanır? Çalışanlarına eşit davranmayan yöneticinin adaletten bahsetmesi ne kadar değersiz, riyakâr ve uyduruktur. Söyledikleriyle yaşantısı birbirini tutmayan bir akademisyen saygınlığını yitirmiştir. Toplum nazarında güvenilirliğini kaybeden bir politikacının insan haklarından, hukukun üstünlüğünden, demokrasiden, ahlaktan, eşitlikten bahsetmesi; içi boşaltımış kavramlarla kitleleri kandırmaktan başka bir şey değildir.
Son yıllarda birçok toplumsal çelişkiyi birlikte yaşıyoruz. Çağın değişim ve dönüşümünü sorgulamadan kabullenmek, karşımıza ileriye dönük büyük problemler çıkaracak. A kuşağı, Z kuşağı çatışmasının ötesinde, bizi yakın zamanda, ileriki yol kavşağında büyük çatırtılar bekliyor. Ya teknolojiyi yakalayıp birileriyle atbaşı gideceğiz ya da geri kalmışlığımızın ezikliği içinde kendimize şu soruyu sorup duracağız:
Neden acaba, neden acaba?